Fazilet Şenol / Milliyet.com.tr – Çanakkale, bugün yaşadığımız topraklar için hayatını feda etmiş binlerce insana ev sahipliği yapıyor. Birçoğunun adı, yaşı, nereli olduğu bile bilinmiyor. Neredeyse hiçbirinin bir mezar taşı yok. Çanakkale’ye giden birçok kişi de bastığı toprağın altında yatan binlerce kefensiz asker olduğunu bilerek adımlarını atıyor. 100’üncü yılını dolduran cumhuriyetin kurulmasında atılan ilk adımlarından biri olan, 109. senesini kutladığımız Çanakkale Zaferi ise geride birçok askerin anısını ve hatırasını yaşatıyor. Seyit Onbaşı, Albay Cevat Çobanlı, Nezahat Onbaşı bu isimlerden bildiğimiz sadece birkaçı. Her geçen gün Çanakkale’de ‘Tarihi Yarımada’da yapılan çalışmalar bilmediğimiz birçok gerçeği gün yüzüne çıkarıyor. Onlardan biri de tam 102 yıl sonra keşfedilen eşi benzeri görülmemiş Safranbolulu Mehmet Çavuş’un mezar taşı. Üzerinde yazan şiirle tüyleri diken diken eden bu mezar taşının hikayesini Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Öğr. Gör. İsmail Sabah, bilinmeyen tüm detaylarıyla anlattı.
‘BAKIP SANMAYIN Kİ BEN ÖLDÜM’
Cephe gerisinde olmasından dolayı 1915’te muharebeler esnasında yaralananların ilk bakım yapıldığı yer olan Ağadere Mevkii, Çanakkale’de şehit olan birçok askerin defnedildiği yerlerden biri. Öyle ki Avustrulyalı savaş muhabiri ve tarihçi Charles Bean, Ağadere’ye gerçekleştirdiği bir ziyaret sonrasında 3 bin Türk askerinin bu bölgeye gömüldüğünü söylese de zaman içinde şehitlere ait birçok iz ortadan kayboldu. Ancak 2017’de Ağdere’de yapılan araştırmalar esnasında çalıların arasında bulunan mermer parçası şehitlerin birinden bir iz taşıyordu. “Oraya gittiğimizde ve mezar taşını okuduğumda eşsiz bir mezar taşıyla karşılaştığımızı fark ettim” diyen Öğr. Gör. Sabah, Safranbolulu Mehmet Çavuş’a ait olduğunu tespit ettiği mezar taşında şu ifadeler yer alıyordu:
“İhvana,
Bakıp sanmayın ki ben öldüm,
Değil ancak askerin son rütbesin buldum,
Din ve vatanımız yaşaması için Türk’ün,
Bilin ki kardeşler en şereflidir bu ölüm.
42. Alay’ın 2. Tabur’undan Zağferanbolulu Kalıpçı Ali usta mahdumu Mehmet Çavuş,
Ruhuna Fatiha 25 Temmuz 1331″
Mezar taşı miladi takvimle 7 Ağustos 1915’te yapılmıştı. ‘Bakıp sanmayın ki ben öldüm’ cümlesiyle Bakara Suresi’nin 154. ayetine (“Allah yolunda öldürülenler için ölüler demeyiniz. Hayır, onlar diridirler fakat siz bilemezsiniz”) vurgu yapıldığını dile getiren Öğr. Gör. İsmail Sabah, “‘Askerin son rütbesi’ ifadesi de en yüksek rütbe olan şehitliğe ulaştığını ifade ediyordu. Çok ender bir şey bu. Sözler gerçekten çok anlamlı ve Çanakkale Savaşı’nda mezar taşına sahip olan şehit sayımız da çok az. Mezar taşı olan 8-9 tane şehidimiz var, fazla da yok” diye konuştu.
‘GERÇEKTEN ÇOK SEVİLEN BİRİ OLMASI LAZIM’
Milli Savunma Bakanlığı arşivi üzerinden yaptığı araştırmalar sonucu Mehmet Çavuş’un 42. alayın 2. taburunda Kazım Karabekir’in askeri olduğu, Kerevizdere Muharebeleri’nde yaralandığını, Ağadere’ye yaralı olarak taşındığını ve kurtulamadığı için vadinin yamacına defnedildiğini söyleyen Öğr. Gör. İsmail Sabah şu ifadeleri kullandı:
“Burada bizim için önemli olan şu. O kadar çok yaralı geliyor ki bunların çoğu kurtulamıyor, kurtulamayınca da vadi yamacına defnediliyor. İlginç olan bu tip definlerde askerin başına bir taş dikilip o şekilde gömülmesi. Mezar taşını kimin yaptırdığını bilmiyoruz. Normalde böyle bir uygulama yok, hele ki muharebe esnasında. Günde 10 bin zaiyat verildiği bir muhabereden bahsediyoruz, bunların 3 bin 500’ü şehit. Bırakın bir mezar taşı yapmayı, askerleri tek tek gömme şansınız bile yok. Geniş çukurlar kazılıp topluca, araya kireç üzerine toprak atılarak şehitler defnediliyor. Bu şekilde toplu definlerin yapıldığı bir muharebeden bahsediyoruz. Keza cephe gerisinde de binlerce yaralı asker sargı yerine geliyor. Bu esnada bunlara bir mezar taşı yapılabilmesi için gerçekten çok sevilen biri olması lazım, bunun başka bir açıklaması yok. Çok büyük ihtimalle sevilen, sayılan biriydi ki hatırası yaşasın diye bir mezar taşı yaptırıldı. Savaş ortamında bunu nasıl yaptılar gerçekten açıklaması çok zor.”
102 SENE SONRA TORUNLARIYLA BULUŞTU
Mezar taşının tespitinden sonra medyaya yansıyan haberler ise Mehmet Çavuş’un torunlarıyla kavuşmasını sağladı. Tam 102 sene sonra tekrardan görünür olan Mehmet Çavuş’un torunu İsmail Nakipoğlu, internette karşılaştığı ‘102 yıl sonra şehit mezarı bulundu’ başlıklı haberi okuğunda mezar taşı bulunan şehidin dedesi olduğunun farkına vardı. “Emin olmak için aile büyüklerimizden birini aradım, doğru olduğunu söylediler. İsmail Hoca’yla iletişime geçtik” diyen Nakipoğlu, duygularını şöyle aktardı:
“Çok heyecanlandık tabii. Mezar taşında yazılı olan şey çok anlamlı. Bizde dedemizin resmi vardı, teyzesinin oğluyla birlikte asker kıyafetiyle çekilmişti. Onun dışında başka bir hatırası yok. Çünkü dedemin eşi de dedemin ölüm haberi gelmeden vefat etmiş, birbirlerinden habersiz ölmüşler. O yüzden anılarını saklayacak biri kalmamış. Ancak dedemin şehit rütbesini aldığını biliyordum. Kayıtlarda da çıktı zaten. Genelkurmay kayıtları hâlâ çok sağlam durduğu için oradan da onay geldi, çok gururlandık. İnanılmaz güzel bir duygu.”
‘AÇ SAVAŞTIK, ÇOCUK ASKER VARDI İDDİALARI GÖLGE DÜŞÜRÜYOR’
Çanakkale’de savaşan neslin kendisinden sonraki nesle çok kıymetli bir miras bıraktığını söyleyerek günün anlamına vurgu yapan Öğr. Gör. İsmail Sabah, Türk milleti olarak büyük bir zafere sahip olduğumuzu ancak her sene ‘Çanakkale’de çocuk askerler vardı, açlıkla savaştık’ gibi ifadelerin zafere gölge düşürdüğünü söyledi. “Çanakkale’de çocuk asker vardı demek aslında Türk ordusunu çocuk asker savaştırmakla suçlamak demektir. Böyle bir tezat durum var” diyen Sabah, “Bu biraz arabesk kültüründen mi kaynaklanıyor bilmiyorum ama biz kendi ordumuzu çocuk asker savaştıran bir ordu olarak itham etmiş oluyoruz. Bunun bir belgesi, kaydı da yok. Osmanlı, kanunları olan bir devletti ve bu kanunlara göre insanlar savaşa çağırılırlardı. Çanakkale Savaşı’nın ancak sonuna doğru 18 yaşındakiler silah tutmaya çağırılıyordu. Askerlere de hemen ‘Seni aldık, git cepheye’ denilmedi. Eğitime tabi tutuldular ve ona göre cepheye gönderildiler. Zaten 18 yaşındaki bir asker cepheye sevk edilene kadar savaş bitti” diye konuştu.
Çanakkale’de askerlerin açlıkla savaştığı iddialarına ise, “Çanakkale Cephesi I. Dünya Savaşı’nda en iyi beslenen cepheydi” diyerek cevap veren Öğr. Gör. İsmail Sabah, sözlerini şöyle noktaladı:
“Çanakkale payitaht bölgesine yakındı. Çanakkale’ye yönelik bir saldırı İstanbul’a, dolayısıyla devletin varlığına yönelik bir saldırı olduğu için payitaht varını yoğunu buraya döküyordu. Yani burada açlık gibi bir şeyin olması mümkün değil. Askerlerin yediği yemeklerin kalorileri bile hesaplanıyordu. Ben binlerce kayıt okumuş biri olarak söylüyorum. Bu bilgiler doktorlar tarafından tümen komutanlarına gönderiliyordu. Yağsız, tuzsuz bir çorbayla 8 buçuk ay boyunca askeri savaştıramazsın. Napolyon’un da dediği gibi ‘Ordu midesinin üstünde yürür.’ O dönemde alaylar cepheye nakledilirken özellikle vapurların altına sadece atlar ile katırlar değil, o alayın beslenmesini sağlayacak koyun, kuzu da yükleniyordu. Kesip saklama, dondurma şansınız olmadığı için hayvanlar canlı getirilip yemek yapılacağı zaman kesilip yediriliyordu. Bu sebeple popülerliğin yarattığı tahribattan maalesef Çanakkale’yi kurtaramıyoruz.”